Ana Sayfa
Kitaplık
Makaleler
İslam Tarihi
Kur'an Mucizeleri
Bilinmeyen Atatürk
Yüce Atatürk'ün Vasiyeti
Gündem Yazıları
Türk Dünyasından Haberler
Forum
İletişim
Saklı sayfalar
Anketler
Sayaç
Gazete
Yeni sayfanın
Devlet-i Ebed Müddet


TÜRK TARİHİNE GİRİŞ

 

       Dünya tarihinin ‘’en eskisi’’ olarak kabul edilen ‘Herodot Tarihi’nde sözü geçen Skitler ya da İskitler(Saka Türkleri) Türk tarihinde adı geçen ‘’en eski devlet’’ olarak kabul edilir.

       ‘’Türk’’ incelemesi yapan birçok yerli veya yabancı bilim adamı, Türklerin dünya tarihinin en eski kavimlerden birisi olduğu üzerinde birleşirler.

       ‘’Türk’’ adının ortaya çıkışından asırlarca önce de Türk milletinin varlığı bir gerçektir. Yalnız ne var ki; günümüze kadar elimize geçen tarihi buluntular, ‘Hunlar’ı ilk teşkilatlı devlet kuran Türk Boyu olarak tespit ederken, M.Ö. 3. y.y.dan daha önceye gidilemiyor.

       Orhun Abideleri yazılı Türk Tarihi’nin başlangıcına önemli ölçüde ışık tutar. Böylece, Orhun alfabesini tarih sahnesinde ilk Türk yazısı olarak öğrenirken, Alma Ata yakınlarında yapılan kazılarda bulunan eski bir mezardan çıkan ‘’altın elbiseli adam’’ iskeleti ile dört binden fazla altın eşya ve bir tabak, bilinen Türk tarihini M.Ö. 7-5. yüzyıllara kadar götürmektedir.

       Tabak üzerinde bulunan yazılar, Yedi Irmak bölgesinde yaşayan ve Türkçe konuşan topluluklardan birine ait ki, bu da bilinen tarihimizi bin yıl kadar öteye götürmektedir.

       Tarih ve kültürleri konusunda çok mağrur olan Çinliler bile, Türklerin kendileri kadar eski bir millet olduklarını söylemekten çekinmezler.

       O halde Türk tarihi çok daha gerilere uzanmaktadır.

       Türklerden Hiya Sülalesinin Çin tahtında bulunması, Sakaların bir bölgede 7-8 asır oturmaları, Karadeniz havzasında Türklerin;  Moskay, Sapir, Halip, güneyde Kuman, Kumuk Irak’a gidenlerin Elam ya da Sümer adını alması, eskiden Altay’da oturan Finlilerin de İtil-Ural tipi gibi sarışın ve mavi gözlü olmaları: bir kısım ilim adamlarının tamamı henüz kesinlik kazanamayan görüşleridir.

       Yukarıdaki gibi henüz kesinlik kazanmamış bilgileri bırakıp Türk tarihinde ki en eski teşkilat olarak bilinen Hunlarla başlıyoruz.

       Bulunan at iskeletleri, demir aletler ve insan kalıntılarından elde edilen bilgilere göre Türkler; çoban ve savaşçı bir halk topluluğu olarak yaşamışlar ve atlı bozkır kültürünü meydana getirmişlerdir.

       Bu kültürün en önemli faktörü olan otlak darlığı hayatı çekilmez hale getirince Türkler meydana gelen büyük nüfus artışının da etkisiyle, yurt aramaya başlamışlar, bunun için de sulak ve otu bol bölgelere göç etmek zorunda kalmışlardır. Çinin kuzeybatısı ve Orhun Nehri çevrelerine yayılarak daha sonra Büyük Asya Hun İmparatorluğu nu meydana getirmişler, savaşçılığa daha çok önem vererek sosyal bakımdan derebeylik yerine merkeziyetçi ve askeri bir devlet sistemi meydana getirmişlerdir.

       Türklerin bakım ve hastalıktan anlamaları, yanında silahları için demir madenini kullanmaları, at sırtında ıslık çalan ok atabilmeleri maharetleri ile yüzyıllar boyu karşı konulmaz bir güç olmuşlar, Çinliler bile Türklerden at binmesini öğrenmişlerdir.

      

       Hun Türklerinin ünlü Hakanı Mete, Hunların varlıklarının Çin tarafından yok edileceğini anlamak suretiyle birleşmeleri ile tarih sahnesine çıkmıştır. Mete, Batıda Tanrı Dağları ile Pamir’e kadar uzanmıştır.

       Mete Han ıslık çalan okları icat etmişti. Günümüzde hala çoğu ordunun sistemi olan onluk sistemini Mete Han oluşturmuştu. Ordusunu onlar, yüzler, binler ve on binler şeklinde tümenlere bölmüştü. Bütün bunlar büyük Türk hakanı Mete Han’ın askeri ve teşkilatçı yönlerini gösterir.

        Çin Tarihleri, Hunların Mete’den önceki yaşayışları ile ilgili şu bilgileri verirler:

‘’…Çocuklar koyunlara binip; kuşlara, gelinciklere ve farelere ok atarlardı. Hun savaşçılarının güç ve yetenekleri, yay çekmelerindeki ustalıkları ile ölçülürdü. Erkekler, savaş için eğitim yaparlar, ani baskın ve akınlarda bulunurlardı. Bu onların doğuş ve tabiatları icabı idi…’’

       Türk devlet geleneğinin temel taşlarını koyan ünlü Türk hükümdarı Mete Han’dır. Onun koyduğu kanunlar da Türk töresi olarak bilinir. Bu töre; disiplin, ahlak, adalet ve millete hizmet etme esası üzerine kurulmuştur.

Mete Han’ın koymuş olduğu bu disiplin koskoca bir devletin temel taşı olmuştur.

       Çin vakayinamelerinde Hunların Çinliler ile olan siyasi etkileşimlerine dair birçok kayıt bulunmaktadır.

       Bir taraftan Hun Hakanları tarafından Çin imparatorlarına yazılmış mektuplar, diğer taraftan Hunların Çinliler ile yaptıkları anlaşmalar, Hunların milletlerarası etkileşimlerine dair anlayışları hakkında bilgi edinmek için açık bir fırsattır.

       Hun Başbuğu Mete’nin Çin İmparatoru Hiao-Wen’e yazdığı mektup:

       Tanrı(Gök) tarafından tahta çıkarılmış Büyük Hun Tengri Kutu, Çin İmparatorunu selamlıyor ve ona sağlık temenni ediyor…                                                                                                                      Mete devrinde Hunlar, siyasetçe Çinliler’den daha kuvvetli idiler. Hun Hakanı Mete, Çin hükümdarına yazmış olduğu mektupların üslûbu, gayet nezaketli ve emredicidir. Mete’nin yazdığı bu mektuptan başka, birçok parlak devirde Hun tahtını işgal eden Tengri Kut’lar tarafından Çin İmparatorlarına yazılmış birçok mektup bize ulaşmıştır.

       Bu mektupların üslûbu emredicidir; Çin İmparatorlarının mektupları ise, son derece nazik ve hürmetkâr bir üslûpla yazılmıştır. Mete’nin oğlu Kuyuk Tengri Kut’a yazılan bir mektupta Çin İmparatoru adeta yalvarıyor, Hun Hakanından barış istiyordu.

       Çinliler her defasında karşılarında güçlü Hun ordusunun olduğunu kabul etmişler fakat her defasında yine Hunları tuzağa düşürmeye çalışmışlardır. Hunlar 100.000 kişilik bir ordu ile harekete geçtiklerinde, Çin ordusu 300.000 kişiyle Hun Hakanını pusuya düşürmek için saklanmıştı.

       Çinliler Hunlara yeni bir tuzak hazırladılar. Bir Çinli Generalin elçisi Hakana gelip Mai’deki Çinli idareciyi öldüreceklerini, şehri de Hunlara bırakacaklarını söyledi. Hakan buna inandı. General, elçi geri dönerken onu yakalatıp, başını kestirdi ve Mai şehrinin duvarlarına astırdı. General Hakana mektup yazdı ve şehir idarecisinin öldüğünü bildirdi, şehri teslim almaya çağırdı. Hunlar 100.000 atlı ile Çin duvarını geçtiler. 300.000 kişilik bir Çin ordusu da Mai yakınında vadilere saklanmıştı. Hun Hakanı başıboş sürülere rastlayınca, bir tehlike olduğunu sezdi ve karakol kulesine hücum edip, muhafızdan Çin’in savaş planını öğrendi ve geri döndü. Durumu öğrenen Generalin askerleri çoktu fakat yinede Hunların peşinden gidecek kadar cesareti yoktu.

Bir zamanlar Hun akınlarından korkup Çin Seddi’ni yapan Çinliler, savaşarak ya da hileyle yapamadıklarını Hunların arasına nifak sokarak yaptılar. “Böl ve Yönet “ uygulamasıyla Hun Devleti'ni yıkmayı başardılar. Parçalanan Hun Devleti önce Kuzey ve Güney Hunlar olarak M. S. 48 yılında ikiye ayrıldı. (Vezir Li-Ye-U-King: ‘’Biz Türklerin nasıl silahlarla geleceğini bilemeyiz. Türkler savaşlar değil hile ile yenilebilirler.)

Çinliler bundan sonra önce Kuzey Hun Devleti’nin daha sonra da Güney Hun Devleti'nin varlığına son verdiler.                                                                                                                       Ancak Asya Hun Devleti’nin yıkıldığı dönemde, batıya göç etmiş Türkler tarafından Batı Hun Devleti kurulmuştu ve bu dönemde yine Türkler devlet olarak temsil edilmişler, dünya Türkî devletsiz kalmamıştı.

 

 

 

                                 

               

       Tabloda da gördüğümüz gibi Asya Hun Devletinin boşluğunu Avar Devleti dolduracak ve yine Batı ile Doğu da Türk devlet varlığı sağlanacaktı.

 

Büyük Türk Ülküsünü İlan Eden İlk Devlet:

KökTürk Devleti

       Tarihte ilk defa M.S. VI. yy.da geleceğe ‘Türk’ adı ile seslenen Köktürklerdir.

Çin tarihlerine göre hükümdar Alise A-sse-na adını taşıyordu. Tabgaçlar’ın uğrattığı büyük mağlubiyet yüzünden beş yüz aile kadar Köktürk kuzeybatıya kaçıp, (Moğol ya da Türk olmaları)  tartışmalı Juan-Juanlar’a tabii oldular.

       Juan-Juanlar, demir işlerinden çok iyi anladıkları için Köktürkleri Altaylar’a yerleştirip, onları ok ve yay yapmakla görevlendirdiler.

       Yine Çin tarihlerine göre. Köktürkler menşe olarak Hunların kuzeyinde bulunan So krallığından çıkmışlardır.

       Son zamanlarda Köktürklerin başbuğu Tümen(Bumin) idi. Civardaki küçük kabileleri hâkimiyeti altına alan Tümen, Tabgaçlar ile temasa girişince, gittikçe büyüyen Türk tehlikesi Çinlileri korkuttu ve elçiler göndermek zorunda kaldılar.

       Tümen bir fırsatını bulunca Juan-Juanlar’a karşı ayaklandı ve onları yenerek ortadan kaldırdı. Köktürklerin birden bire daha geniş sahalara yayılmaları ile genişleyen ülkenin batı kısmına yabgu(genel vali) sıfatı ile kardeşi İstemi’yi tayin etti.

 

 

             Daha sonraları devletin başına Bukan(Mu-kağan) geçti ve Ak-Hunlar ile Haltayları yenerek sınırlarını Hazar Denizine kadar genişletti ve Kore’nin kuzeyinden Sibirya’ya çıktı.

       Köktürkler hızla büyümeye devam ettiler ve çevrelerindeki topluluklarını kendilerine bağladılar ancak içlerindeki anlaşmazlıklar ve hükümdar olma çabası Köktürkleri zayıflattı. Aralarında başlayan iç savaşlar, felaket halini almaya başlamıştı. Asi prensler Çin’den yardım istiyorlardı.

       Durumu kendi lehine değerlendiren Çin, Tardu’ya altın kurt başlı bayrak ve davul göndererek, onun Hakanlığını tanıdığını bildirdi. Böylece batıda Tardu, doğuda İşbara olduğu halde, devlet ikiye ayrılırken(582) Çin’de de Sui Sülalesi; 350 yıldan beri ilk defa siyasi birlik kurarak iktidara geldi.

       Doğuda Kie-li Han, Çin ile savaşta iken ülkesinde bir taraftan Çin İmparatoru’nun kendisine bir tuğ ile davul gönderdiği Sie-yen-to’lar ayaklanmışlardı. İsyan eden kabilelerin Başbuğları Ötüken’de otağını kurmuş, başta Uygurlar ve Bayırku’lar olmak üzere, birçok Türk boyunu hâkimiyeti altına almıştı.

       Doğu Köktürk ordusu beklenmeyen bir zamanda bozguna uğradı ve Kie-li güçlükle kaçabildi ancak daha sonra Batıya kaçmak isterken yakalandı ve Çin’e götürüldü ve böylece Doğu Köktürk Devleti son buldu. Köktürk prenslerinin zaman zaman ortaya koydukları mücadeleler, Doğu Köktürk Devleti’ni diriltmeye yetmedi.

 

 

…ve Kür-Şad İhtilali

                                                                                    

      

 

       Kış soğukları ve kıtlık, Türk illerini çekilmez hale getirmişti. Bu karışık durumu gören Çinliler, büyük bir ordu ile Türklere saldırdılar. Kara Kağan yenildi. 100.000’den fazla Türk ile birlikte Çin’e esir oldu.

       Köktürk imparatoru olarak Kara Kağan’ın yerine Çin tarafından kukla Sirba Kağan getirildi. Esir gibi yaşayan Köktürkler, kendilerini kurtaracak bir lider arıyorlardı. Bu lider Çuluk Kağan’ın yeğeni Prens Kür-Şad idi.

       Türkler Çin hâkimiyetinden kurtulmak için harekete geçmiş ve bir ihtilal komitesi kurmuşlardı. Kırk yiğitten meydana gelen ihtilal komitesi, Kür-Şad’ı kendisine Başbuğ yaptı.  Kür-Şad, Türkler’i Çin hâkimiyetinden, Çin’de yaşayan esir Türkler’i kurtaracak, Çinlileri Türk yurdundan kovacak ve devletin başına hükümdar seçtirip, siyasetten çekilecekti.

              Çin İmparatoru, Çin’deki yüz binden fazla Türk esiri, bir küçük hareketi ile yok ettirebilirdi.

       Bunun için, sarayı basıp önce imparatoru kaçırmak ve onu Türk esirleri ile kaybedilen Türk topraklarına karşılık değiştirmek gerekiyordu.

       Kür-Şad, beraberindeki kırk yiğit ile saraya vardı. 40 yiğit adam, o gece hayatlarını hiçe sayarak, Çin Sarayını bastılar.

       Saraya girdikten sonra her delikten bir asker çıkarak onların üzerine yürüyordu. Bunun üzerine seyisleri öldürüp atlara atlayan Kür-Şad’ın kırk çerisi sarayın dışına çıktı fakat arkalarında koskocaman bir ordu geliyordu. Vey Irmağı kenarında amansız bir mücadele başladı. Kırk yiğit, bir orduya karşı savaşıyordu. O gece kırk yiğit savaşa savaşa öldüler.

       Kür-Şad’ın başlattığı ihtilal hareketi, başarıya ulaşamadı ama o kırk yiğidi unutamayan Türkler, Cihana ‘Türk Ülküsünü’ aşıladılar.

       Kür-Şad’tan sonra ayaklanan Köktürkler yeniden Çin’e karşı bağımsızlıklarını kazanmışlardı…

 

       Türklerin, Mete Han’ın başlattığı devlet geleneği ile bir devleti yıkılırken birisi kuruluyor ve Türkler devletsiz kalmıyorlardı. KökTürk Kağanlığı’ndan sonra orta, ön Asya ile Avrupa da birçok devlet kurulacak ve Türkler dünyanın her köşesine ayak basacaklardı.

Tarihte en uzun ömürlü Türk Devletini kuran ise Başbuğ Osman Gazi olacaktı.

 

Osman Gazi

       Gelenek gereği her bayramda Konya’ya gelen Türkmen Beyleri Selçuklu Sultanı’nın bayramını kutlarlardı. Sultan Alaaddin, Beyler arasında birine ve yanındaki yiğitlerle, henüz bıyıkları terlemeye başlayan delikanlıya dikkatle baktı ve etrafındakilere sordu:

       -Bunlar kim ola?

       -Kayı Han aşiretidir sultanım.

       Sultan Alaaddin, ilk defa gördüğü aşiretin yanına yaklaştı ve gözünü at üzerinde dimdik duran karayağız delikanlıya dikdikten sonra aşiret reisi Ertuğrul Gazi’ye sordu:

       -Bu kimdir?

       -Yavrumdur Sultanım!

       Selçuk Sultanı bir şey demeden karayağız delikanlıyı seyrederken, kim bilir onun yüzünde yeni doğacak ve en uzun ömürlü, kudretli ve kuvvetli Türk devletinin kuruluşunu görmüştür.

       İşte Selçuk Sultanı’nın dikkatini çeken bu ‘Kara Osman’ Osmanlı Devletini kuracaktı.

       Doğu’dan gelen Moğollar Anadolu’yu nüfuzları altına almışlar ve Anadolu onların egemenliğine girmiş sayılırdı. Selçuklular ise son günlerini yaşıyor ve çöküyordu. Sultan Alaaddin, Anadolu Türklerini kurtaracak tek güçlü kişinin Osman Bey olduğunu anladı ve ona beylik vererek ferman gönderdi.

       Moğollar Selçuk Sultanı Alaaddin’i esir alıp İran’a götürdüler. Anadolu Türkleri lidersiz kalmıştı. Beyler bir araya geldiler ve Osman Gazi’yi kendilerine Başbuğ seçtiler.

       Ve şöyle dediler:

       -Sen Kayı neslindensin. Kayı Han, Oğuz Han’dan sonra Başbuğ olmaya layıktır. Gün Han’ın vasiyeti üzere Hanlık Kayılara düşmektedir. Selçuk sultanlığı artık yıkıldı, ama Türk boyu yenilmedi. Sende Hanlığa liyakat var…

       Toplantıda Anadolu Türklerinin pirleri de vardı: Şeyh Edebali, Ahi Evren ve Hacı Bektaş Veli.

       Gazi Ertuğrul Hakkın Rahmetine kavuştuğunda geride üç oğul bırakmıştı. Bunlar Sarı Batı, Gündüz Alp ve Orhun(Osman Gazi) idi.

       Beyliğin başına, adını veren Osman Gazi geçti. Selçuklunun yıkılması ve diğer beyliklerinde istiklalini ilan etmeleri üzerine Osman Gazi, Oğuz töresince keçeye oturtuldu ve bütün Kayı Hanlı(Türkmen Beyleri) birer birer Osman Gaziye itaat edeceklerine dair yemin ettiler.

       Orada bulunan Ahi Evren, Osman Gaziye kılıç kuşattı, Dursun Fakıh dua okudu.

       Hacı Bektaş Veli Horasanı bir kavuk giydirdi.

       Oğuz Han Hun devletini kurmuştu, Bumin Han Köktürk Devletini kurmuş Selçuk Han ise Selçuk Devletini Osman Bey’de Osmanlı Devletinin kurucusuydu. Türk tarihinin en kuvvetli ve de en uzun ömürlüsü.

       Osmanlılar artık Anadolu’nun en güçlüsü olmuştu ve gittikçe güçlenmeye, büyümeye devam ediyorlardı. Osman Gazi’den sonra gelen Türk Hakanları, Türkmen töresi gereğince babanın oğlu geçmesi inancıyla devleti daha da büyüttüler ve göz kamaştıracak hale getirdiler. Çoğu kez yıkılma tehlikeleri atlatan Osmanlı Devleti ayakta kalmayı başarabilmiş ve zamanın da bilinen dünyanın üçte birine hâkim konuma gelmişlerdir.

 

Her Yerde Türk Devletleri

       Türklerin İslamiyeti benimsemesinden sonra, tarihin kronolojik akışını takip ederek, o günler içinde dünyanın bilindiği kıtalarında yeni kurulan bütün devletlerin üzerinde türkün damgasını görürüz.

       Abbasoğullarının sarsılmasından ve zayıflamasından sonra Müslümanlık deyince hatıra Türkler gelir ve Asya’nın, Afrika’nın Tuna sonlarına kadar Avrupa’nın her tarafında Türk Devletleri birbirini takip eder. Bir İngiliz tarihçisi bu zamana Türk Çağı adını vermiştir.

       İstiklal, Türk’ün varlığının ebedi ve ayrılmaz parçasıdır. Bu sebeple İslam halifesini temsil eden Abbasoğullarını kılıçlarının üzerinde tutan Türkler, her elverişli yerde kendi öz devletlerini kurdular, medeniyet, sanayi, ilim, teşkilatta o bölgelere örnek ve ışık oldular. Bu büyük ve ebedi gerçeğe bir tek örnek yetecektir: Hicri 254 senesinde Tolonoğlu Ahmet isimli Türk kumandanı, Mısır’da Tolonoğulları Devleti’ni kurdu. Mısır o tarihe kadar göremediği zenginlik ve huzura kavuşmuştu. Napolyon Mısır işgalinde bir Generaline şöyle diyordu: ‘’…Sadece Tolonoğullarının yaptıklarını başarabilsen, Fransa’nın izi bu topraklardan silinmez…’’

       Türklerin, devlet kurmadaki üstün başarılarının yanında devletlerini uzun süre ayakta kalmalarını sadece askeri yapısıyla açıklayamayız. Çünkü Türkler devletlerinin her türlü gereğini yerine getirmiş, devlet kurumlarını yenileyerek çağa uymuşlardır.

 

 

Eski Türklerde kültür ve medeniyet

       Uygurlar, yerleşik medeniyetin zirvesine çıkmışlardır. Doğu Türkistan’da birçok büyük Türk şehirleri kurulmuş; ziraat, sanayi, ticaret ve sanat örnek seviyeye erişmiştir. Yollarla bu şehirler birbirine bağlanmıştır; kanallar açılmış, en ıssız ve çorak yerlere kadar su götürülmüştür.

       Sert iklimin kuruttuğu topraklar ark sistemi ile verimli sahalara dönüştürülmüştü.

 

           

                   (Türk Piramitleri)                                         Türk Piramitlerinin İçinden Bir Görünüm

 

       Ayrıca Uygur Özerk Bölgesinde bulunan Beyaz Piramitleri Türklerin yaptığı düşünülmektedir ki eğer doğruysa bu piramitlerin içlerindeki muazzam sanat eserleri ve mumyalama, damgalama(yazının ilk evresi) örnekleri ile eski Türk medeniyetinin vardığı noktalar hakkında bilgi edinilebilir.

       Şaman olan Uygurların Mani dinini kabul etmeleri ve benliklerini kaybetmelerinden sonra İslam olan Türkler, Karahanlıların sağladığı Kutadgu Bilig, Divanı Lügat-üt Türk gibi en büyük edebi eserlerini yazdılar.

       Amerikalı Carter 1925’te New York’ta basılan eserinde; ‘’Türkler, Bulak tarzında hareketli harflerle dünyada ilk matbaayı bulup, kitap basan millettir. Uygur Türklerinin insanlığa hizmetleri çok büyüktür’’ deniliyor.

       Medeniyetin bugünkü gelişmesinde en büyük rolü olan matbaanın icadı ‘Türk’ zekâsının eseridir.

      Osmanlılar devrinde de kâğıt, matbaa ve kitaplar ile ilgili olarak; ciltçilik, mürerettipçilik, ebruculuk, aharcılık, mührecilik, zervarak yapma, müzehhiplik, vassalecilik, hattatlık, kalemcilik, rıhçılık, likacılık, maktacılık, divitçilik gibi sanatlar kuruldu ve gelişti.

       Batı Türkistan’da 13. Yüzyılların Türk beylikleri çağında, komşu bölgelerden Hind, Harizm ve Sasani bilim faaliyetlerinden istifadeler edildiği ve İslam öncesinin Türk bilgisine katılan, onu zenginleştiren bu yeni unsurlar, çok geçmeden Turan ve Horasan’da büyük bir bilim hareketine yol açacaktı.

       Eski Türkler madenler işleyerek birçok tarım araçları, silahlar ve süs eşyaları kap kaçak yapmışlardır.

       Eski Türklerin yaptıkları yay ve oklar, çelik kılıç ve zırhlar, deri eşyalar Çin’de ve bütün Ortaasya’da çok aranırdı. Ticaret hayatında da ileriydiler. Ortaasya’nın en büyük kervan yollarlı Türklerin elinde idi.

İlim ve Türkler

       Türk devletlerinde, görenlerin hayran kaldığı tartışılmaz ileri ilim vardı. Türklerin ilme ve ilimciye olan saygıları ve ilme yatkın oluşları şüphesiz onların devlet hayatını ve devlet kurmalarını etkilemiştir.

       Bir Venedikli Papaz olan Toderini ‘Türk Literatürü’ isimli eserinde Türklerin ilim karşısındaki tavrını şöyle anlatıyor:

       ‘’Türkler, ilime karşı istidatları bakımından çok talihlidirler. Eserleri, büyük bir servet teşkil etmektedir; belki de dünyada Türkler kadar ilme yatkın, uyumlu ve ilmi işlerde Türkler kadar çalışan bir millet yoktur. Türklerde ilim ve bilgi ile en büyük hürmet kazanılabilir, gerek devlet memuriyetlerini en yükseklerine çıkarabilir’’

       Türk hükümdarları da, ilmin gelişmesinde büyük rol oynamışlardır. Tarihçi Edouard Gibbon şunları söylüyor:

       ‘’Melikşah her tarafa saraylar, hastaneler, camiler, mektepler ve medreseler yaptı. Avrupalılardan 53 sene evvel doğu astronomlarından mürekkep olarak topladığı bir heyet vasıtasıyla güneş takvimini düzeltti’’

       Melikşah döneminde açılan Nizamiye(Nizamülmülk) medreseleri, bugünkü modern üniversitelere örnek olmuştur.

       Samanoğulları, vezirlerini ilim ve sanatta gösterdiği başarı ve hürmet sayesinde ilim adamları, hâkimiyetlerinde bulunan Buhara, Semerkant ve Belh gibi şehirlerde toplanmış, buraları birer ilim kaynağı haline getirmiştir.

       Yüce Peygamber Hz. Muhammed(S.A.V)’in ‘’Beşikten mezara kadar ilim öğrenin!’’ Hadis-i Şerif’i, İslam ve Türk dünyasında âlimlerin sürekli yeni eserler vermelerine sebep oluyordu.

       İslamiyetin cihanı aydınlatan cazibesine kapılan Türkler, bunu ‘Tarihe Hükmeden Millet’ olmanın verdiği gurur ve şuurla asırlar boyu ilmi eserler vermişlerdir.

       Yine yüce Peygamberin ‘’İlim Çin’de de olsa, alınız,’’

‘’Âlimlerin mürekkebi, şehit kanlarından daha kıymetlidir,’’

‘’İlim rütbesi en yüksek rütbedir,’’ hadis-i şerifleriyle ve Bilenlerle bilmeyenler hiç eşit olurlar mı? demek suretiyle alimi ve ilmi teşvik etmesi Türk-İslam kültür ve medeniyetini dünyanın en eski ve güçlüsü yapmış, , bütün ilimlerin menşei haine getirmiştir.

       ‘’Kitab-ül Muhtasar fi Hesabülcebr Velmukabele’’ isimli Harzemli Musa Oğlu Mehmed’in kitabı, Avrupa’da Rönesans devrindeki matematikçilerin klasik eser olarak ellerinden düşürmedikleri bir eserdir.

       Harizi’nin akılcı ve tecrübî bir metodla çalıştığını gösteren, Batı’da bir ihtilal, Rönesans hareketine sebep olan eserleri asırlar sonra Batı dillerine çevrilmiştir.

      Türkler kültür ve medeniyet ile ilimde kat ettikleri yolu aynı şekilde hukukta da almışlardır. Türk milletinin töresinin İslam öncesinde veya sonrasında ya da milat öncesi veya sonrasında değişmediği ve İslam Ahlakı ile birebir örtüştüğü gerçektir.

        İslam’da kadın erkek eşitliğinden bahsedilir. İslam öncesi Türklerde de özellikle kadın erkek eşitliğine dikkat edilirdi. İslam’da kişisel mülkiyet anlayışı vardır. Eski Türklerde de asla mal kavgaları ya da toprak kavgası olmaz kişinin mülkiyeti özel sayılırdı.

       İslam’da miras hakları vardır. Türklerde de miras çocuklara eşit paylaştırılırdı( Eski Türklerde yaşa göre pay edilirdi). İslam’da kocanın karısına, anne babanın çocuklarına karşı hakları vardır. Türklerde de aile yapısı çok güçlüdür ve herkes sorumluluğunu yerine getirir. Baba çocuklarına bakmak ve oğullarını evlendirmek; küçük oğluna ev, büyük oğluna toprak vermekle mükellefti.

       Türklerde, İslam’da olduğu gibi ahret inancı vardır ve dünyada iyilik yapan ahrette de iyili, kötülük yapan kötülük görecektir. İslam’da Allah’ın her şeyden haberdar olduğuna ve O’ndan izinsiz hiçbir şeyin olamayacağına inanılır. Türklerde de Tanrı güç ve kuvvet vermezse hiçbir iş başarılamaz. ‘’…Tanrı kuvvet verdiği için bizzat kendim kağan kıldım…’’

 

ESKİ TÜRKLERDE DEVLET TEŞKİLATI

       Ünlü tarihçi Leon Cahun, Türk Hakanını şöyle tarif ediyor:

       ‘’Kendi milletlerini yiyip yutan hükümdarların aksine olarak Türk Hakanı tebaasının nafakasını temin ederdi. Türklerde, halkı besleyen, giydiren ve harçlığı veren Hakandır. Onlarda, vergi demek halkın umumi masrafı demektir. Eğer Hakan artık tebaasının masrafını temin edemeyecek hale gelirse, kendilerine ruhsat verir ve onlar da gidip nafakalarını başka bir hakan bayrağı altında araştırırlardı.’’

       ‘’Türk hakanının gece uyumaması ve gündüz dinlenmemesi yalnız fakir tebaasını besleyip giydirmek için değildir. O Türkün şöhreti ve milletin şan ve şerefi için gece gündüz çalışmış, çırpınmıştır. Mısır Firavunu, İran Şahı ve yahut Asur hükümdarı gibi milletlerini kendi çıkarları uğruna veyahut ilahlarının kudretini göstermek maksadıyla imha ettikleri halde, Türk Hakanı milletinin hüsn-i şöhretinden başka hiçbir şey düşünmemiştir.’’

       Eski Türklerde devlet hükümdar ailesinin ortak malıdır. Bunun için elde edilen toprakları Hükümdar, ölümünden önce kardeşleri ve oğulları arasında pay ederdi. Bununla beraber, şu ibret verici olay, yine de bu toprakların devlete ve millete ait olduğunun açık delilidir. Ordusunda ilkönce devlete ve millete itaat isteyen Oğuz, kendi sevgili atını okla vurarak öldürmüş, askerlerine de aynı şeyi yapmalarını emretmiş, itaat etmeyenlerin boynunu vurdurmuştur. Doğu komşuları olan Tunguzlar Hunların zayıf anından yararlanmak istemişler, savaş vesilesi aramak için Oğuz’dan atını istemişler. Beylerini toplayan Oğuz, fikirlerini sormuş, beyler böyle bir durumun haysiyet kırıcı olduğunu söyleyerek red cevabı verilmesi gerektiğini söyleyince, Oğuz hayır bugün harbe hazır değiliz, zaman kazanmak zorundayız diyerek Tunguzlara sevgili atını teslim etmiştir.

       Tunguzların istekleri bitmemiş ve son olarak küçük ve gereksiz bir toprak parçası istemişlerdi. Oğuz, toplanan kurultayda toprağı verelim diyen beylerin kafasını vurdurmuştur. Ve Oğuz: ‘’At benim şahsi malımdı. Ama toprak çöl de olsa milletimindir’’ demiştir.

       Eski Türklerde hakanın yetkisi sınırsız değildi. Devlet işlerinde Hakanın en büyük yardımcısı, yılda iki defa toplanan ve hanların, boy beylerinin toplanmasıyla meydana gelen Kurultay idi. Savaş ve barış işlerini müzakere eder, devlet yönetimi için kanunlar koyardı.

       Hun İmparatorlarının unvanı ‘’Şan-Yu’’ veya ‘’Tan-Yu’’ dur. Anlamı ‘Gökten kudret alan’ demektir.

       Eski Türklerdeki sağ ve sol ayrımı Osmanlı’daki Anadolu ve Rumeli ayrımı gibidir.

       Cedlerimizin sosyal teşkilatları kusursuzdu. Bu yaşama düzeni, yazılı kanunlardan çok, törelere dayanırdı. Gelenekler, Türk’ün bilinen çağlarından beri en kutsal varlığı idi.

       Dünya tarihinde ilk demokrasiyi Türkler kurmuş ve iki meclisli parlamentoyu da Türkler tesis etmiştir. Ortaasya’daki göçebe Türk devletlerinin bile dünyada misli görülmemiş birtakım demokrasi esaslarına istinat ettiği tespit olunmuştur. Bu itibarla demokrasi Türklüğün hususiyetlerinden biridir.

       Teşkilatlanmış ülkeye ‘’il ‘’ veya ‘’el’’, halkına ‘’budun’’ denilir.

 

 

   On altı yıldız

1-Asya Hun Devleti

                                                               2-Batı Hun Devleti

3-Avrupa Hun Devleti

4-Ak-Hun Devleti

5-Köktürk Devleti

6-Avar İmparatorluğu

a-)Peçenekler Devleti

b-)Kumanlar Devleti

7-Hazar İmparatorluğu

a-)Türgeşler

b-)Karluklar

8-Uygur Devleti

9-Osmanlı İmparatorluğu

10-Gazneliler Devleti

11-Büyük Selçuklu Devleti

12-Altınordu Devleti

13-İlhanlılar Devleti

14-Büyük Timur İmparatorluğu

15-Babür İmparatorluğu

16-Osmanlı Devleti

 

On altı yıldıza kırk yıldız gözüyle bakarsak, işte bu muhteşem tablo karşımıza çıkar:

 

1-Asya Hun Devleti

2-Kazan Hanlığı

3-Avrupa Hun Devleti

4-Türkiye Cumhuriyeti

5-Baku Hanlığı

6-Akkoyunlu Devleti

7-Hive Hanlığı

8-Uygur Devleti

9-Milli Azerbaycan Cumhuriyeti

10-Gazneliler Devleti

11-Mısır Hidivliği ve Krallığı

12-Hind-Türk İmparatorluğu

 13-Buhara Hanlığı

14-Timurlular Devleti

15-Karakoyunlu Devleti

16-Kırım Hanlığı

17-Avar Devleti

18-Hazar Devleti

19-Ön Asya Hun Devleti

20-Kök Türk Kağanlığı

21-Avar Devleti (Avrupa’da)

22-Doğu Köktürk Hakanlığı

23-Batı Köktürk Hakanlığı

24-İkinci Köktürk Hakanlığı

25-Uygur Hakanlığı

26-Bulgar Devleti (18. Asrın sonu)

27-Karahanlı Devleti

28-Kırgız Devleti

29-Tolunlu Devleti

30-Oğuz Devleti

31-Gazneli Devleti

32-Doğu Karahanlı Devleti

33-Batı Karahanlı Devleti

34-Anadolu Selçuklu Devleti

35-Harezmşahlar Devleti

36-Şirvan Hanlığı

37-Eyyubi Devleti

38-Altınordu Devleti

39-Mısır Türk Kölemen Devleti

40-Karamanoğlu Beyliği

 

       İkinci listedeki Türk Devletleri özelliğiyle bu listeye giren devlet veya beyliklerdir. Belgelere dayanan bütün Türk Devletlerini saydığımızda bu sayıyı 113 olarak görürüz. Bunun nedeni Türklerin teşkilatçı ve savaşçı yapısıyla ilgilidir.

 

‘’Türkün en önemli vasfı teşkilâtçılığıdır.’’

‘’Milletimiz tarih sahnesinde görüldüğü anlardan beri teşkilatçılığıyla, çalışkanlığıyla ve bitmez tükenmez enerjisi, hareketliliğiyle kendisini göstermiştir’’

 

 

İKİNCİ KISIM

       Belgelere dayanan Türk Tarihi Hunlar ile başlar. İlk Türk devleti Hunlar’ın kurduğu Hun Devletidir. Babasını ve kardeşini öldürüp Türk ilinin başına geçen, milletine ve ülkesine düzen veren Büyük Türk Mete Han ile ‘’Türk Devlet Geleneği ‘’  başlamıştır.

       Mete Han ile başlayan bu gelenek asırlar boyunca devam etmiş, teşkilatlanmış ve Atatürk’e kadar ulaşıp Türkiye Cumhuriyeti’nde tekrar hayat bulmuştur. Mete Han’dan Atatürk’e kadar yüzün üzerinde büyüklü küçüklü devlet kurulmuş, bu devletler kimi zaman rekabet etmişler, kimi zaman ‘Cihan Hâkimiyeti’ yolunda birleşerek akın etmişlerdir.

       Cihan Hâkimiyeti Ülküsünü Türkler çoğu kez kimsede bulunmayan nitelikleriyle başarmışlardır. Türklerin, göçebe yaşadıkları dönemlerde her an baskına uğrama ihtimali bütün bireylerin devlet hayatında görev almasını gerektirmiştir. Bu görev milletimizin düzen duygusunu geliştirmiştir. Ayrıca büyük toplulukların göç etmesini organize etmek disiplin ile mümkündü. Bu disiplin ve düzen unsuru Türklerin devlet kurmalarında önemli fayda sağlamıştır.

       Devlet kurma millet olmanın doğal bir gereğidir. Hiç devlet kuramamış milletlerde tarihte mevcuttur. Ancak Türk Milletinin devlet kurma tecrübesi ötelerden beri başlayıp aralıksız devam etmiştir.

       Türk Milleti, bekasını devleti ile bir gördüğü için tarih boyunca bir Türk devleti yıkılırken diğeri onun boşluğunu mutlaka doldurmuştur.

       Türklerin kurmuş oldukları devletlerin, farklı mekân ve zamanlarda kurulmalarına rağmen aynı özellikleri göstermesi temel devlet felsefesine delildir.

       Zaman ve mekân değişebilir, ancak devlet kendini sürekli yeniler ve hayatta kalır, ayrıca devletler günün şartlarına ve milletin eğilimlerine göre kurulabilir.      

       Bu temel felsefe üzerinde kurulan Türk devletlerinin sonuncusu Devlet-i Aliyye’dir(Osmanlı Devleti).

       Osmanlı Devletine kadar Türklerde, Hakan öldüğü zaman topraklar, varisler arasında paylaştırılırdı. Ancak Osmanlı Devletinde, devlet sonsuza dek bölünmeyecek, tek devlet kalacak düşüncesi ortaya çıkmıştır. Öyle ki kendisine Devlet-i Aliyye ismin layık gören Osmanlılar daha sonraları bunu ‘Devlet-i Aliye-i Ebed Müddet’ şekline dönüştürmüşlerdir.

       Tarihçilerimiz Devlet-i Ebed Müddet ile ilk defa Osmanlı’da karşılaştıklarından, önceleri Osmanlıya has bir tanımlamaymış gibi kullandılar. Her ne kadar Osmanlı Devleti sanki devletleri yıkan unsurları önceden bulup yok etmiş gibi bir ailede altı yüzyıl yaşamış ve bunun dört yüz yılını üst seviyede geçirerek bir mucizeyi başarmış olsa da Devlet-i Ebed Müddet Osmanlıya mal edilmemelidir.

       Çünkü kullanılan bu tanımlamanın içeriğine dikkatlice bakılınca, bunu ilk defa Osmanlı tarafından değil, çok daha önceleri Türk devletleri tarafından kendi öz nitelikleri içerisinde ifade edildiğini görürüz.

       Oğuz Kağan destanında tüm dünyanın yurt, bayrağın ise güneş olması fikri, Köktürk kitabelerinde yerin delinip göğün çökmeden Türk ilinin ve töresinin bozulamayacağı düşüncesi, Devlet-i Ebed Müddet kavramının içerisinde değerlendirilebilecek önemli delillerdir.

       Türk Devlet Geleneğinin başlangıcını Mete Han yapmıştır. Dünya Türklerinin temsilcisi olan Türkiye Cumhuriyetini ise Atatürk kurmuştur. Bu nedenle, bu geleneğin Mete Han’dan Atatürk’e uzandığını söyleyebiliriz. Ancak bu konuda tartışmalar yaşanmaktadır. Kimileri Oğuz Han’dan Atatürk’e Devlet-i Ebed Müddet derken, kimileri Mete Han’dan Atatürk’e Devlet-i Ebed Müddet açıklamasını kullanır. Bazıları ise Attila ‘dan bahsetmektedirler.

       Gerçek olan ise Devlet-i Ebed Müddet’tir. Bugün bile dünya üzerinde bağımsızlıklarını kazanmış 7 Türk devleti, 13 özerk cumhuriyet bulunmaktadır. Türklüğün geleceği bu devletlere bağlıdır.

       Türklüğün geleceğinden önce bir kez daha geçmişine dönelim. Yukarıda Hun ve Köktürk Devletinden, Osmanlı’dan bahsettik. Bu devletler Cihan Hâkimiyetini gerçekleştirmiş ancak hepsi tarihe geçmiştir. Yıkılan devletlerin tekrar canlanması Devlet-i Ebed Müddet tanımlamasıdır.

       Ancak bizim aramamız gereken Türk Devletlerini yıkan ve dirilten unsurlardır.

       Hunlar birçok kez yıkılma aşamasına gelmiş ama hayatta kalmayı başarabilmiş olsa da Çin tuzaklarından kaçamamışlardır. Hunlar yıkıldığında Ortaasya’da Köktürkler ortaya çıktı.

       Köktürk Kağanlığı genişleyip kök salmaya başladığında Çinliler bu devleti yıkmışlardı. Ancak Kür-Şad sayesinde Köktürkler yeniden bağımsızlıklarını kazandılar.

       Köktürkler yıkıldıklarında ise Uygurlar ortaya çıkmış ancak onlar da Mani dinini kabul etmiş ve benliklerini kaybetmişlerdi. Bize kadar bütün Türk devletleri bunları yaşamıştır. Sonuncusu da 89 yıl önce varlığına son verilen Osmanlı devleti idi. Ne var ki onun yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu ve Türkler devletsiz kalmadı.

       Devlet-i Ebed Müddet, sonsuza kadar olan devlet demektir. Türkler savaşçı ve teşkilatçı yapıları sebebiyle sürekli devlet kurmuşlar, her çağda en az bir devletle temsil edilmişlerdir. Orhun’da bulunan Bilge Kağan yazıtlarında bahsedilen ve Oğuz Kağan destanında geçen Türklüğün ebedi kalacağı düşüncesi Devlet-i Ebed Müddet fikrinin temelidir. Devlet-i Ebed Müddet Osmanlı’da bir devlet anlayışına dönüşmüştür.

       Bundan sonrası bir kısım tarihçilerce desteklenmekte, bir kısım tarihçiler tarafından ise red edilmektedir. Bilmemizde fayda var, çünkü Atatürk’ün ‘’Benim naçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır’’ sözü bizlere Devlet-i Ebed Müddeti hatırlatmaktadır.

         Derviş Abdulhamid’e şöyle demişti:

       ’Sultanım, bu teşkilat; Türk tarihi var olduğundan beri var. Benim bildiğim en son Hoca Ahmet Yesevi’nin duasıyla, Anadolu’yu yeniden Türk hâkimiyetine almak için, bu teşkilat faaliyete geçerek tekrar can buldu. Bunlar, herhangi bir Türk Devleti, yeryüzünde hâkim konuma gelene kadar faaliyet gösterirler. Örneğin Fatih devrinde, Kanuni devrinde bu yapı uyumaya geçmiştir. Çünkü istenilen hedefe ulaşılmıştır. Ne zaman ki Türk Devletleri zaafa uğrar, endişe hâsıl olur, beka sorunu yaşar, bu yapı o zaman tekrar uykudan uyanır, faaliyete geçer. Dünyanın her yanına anında kök salar.’’   (kanıtlanmadı)

              Buna göre Türk devleti Cihan Hâkimiyetini kaybettiği zaman, bu teşkilatın devreye girerek, faaliyet göstermesi ve hedefine ulaşması çok kolay olmalıydı.

       Ancak düşünüldüğü gibi olmamıştı. Bunun sebebi Osmanlıyı, Selçukluyu yıkan sebepti.

       Çünkü Dünya üzerinde sadece Türkler yaşamıyordu, bunun için farklı örgütler ve teşkilatlanmalar olacaktı. Bunların Türklerin hâkimiyetini istememesi muhtemeldir. Dünyada henüz sırrı çözülemeyen birçok gizli örgüt vardır.

                                                                                                                              Trilateral Komisyon Teşkilatı Örgütü                                     Masonluk Örgütü

 

Bohemian Klüb Örgütü

 

       Gizli örgütlerden biride Devlet-i Ebed Müddet’i sağlayan teşkilatla ilişkisi olduğu düşünülen ve aradan kaç yıl geçmesine rağmen hala hücreleri meydana çıkarılamayan Teşkilat-ı Mahsusa’dır. Teşkilat-ı Mahsusa Osmanlı’nın son zamanlarında, uçurumun kenarındaki bir ülkenin hayatta kalma mücadelesine tanıklık etmiş ve düşürmemek için elinden geleni yapmıştır. Düşürmeyi başaramasa da birkaç parça tutabilmişler ve Devlet-i Ebed Müddet’in son halkası Atatürk ve Enver Paşa’nın da üye olduğu Teşkilat-ı Mahsusa sayesinde oluşturulabilmiştir.

       Fuat Bulca da, Teşkilat-ı Mahsusa’nın esas vazifesinin imparatorluğun ayakta kalabilmesi için bağlanılmış olan büyük davaları gerçekleştirecek şahsiyetleri teşkilatlandırmak olduğunu belirterek şöyle diyordu: “Türk İstiklal Savaşı ile ilk fiili neticesini veren, II. Dünya Harbi nihayetinde ise bütün dünyaya yayılan ve sayısı elliyi geçen müstakil devlet kurdurmuş olan milli uyanışların fikri oluşunda, bizim Teşkilat-ı Mahsusamız’ın büyük himmeti vardır.”

       Türkler, Teşkilat-ı Mahsusa gibi birçok örgüt kurmuşlardır

       ‘’Örgütsüz toplumların batması haktır’’

 

 

 

 

 

Türk örgütlenmelerinden bazıları:

Türk Devlet Geleneğinin Sembolünü Kullanan          Kıbrıs’ta Kurulan Türk Mukavemet Teşkilatı                                                           (TEM)

 

 

      ‘’Hunların tarih sahnesinden çekilişinden sora Kafkaslarda uzun bir süre siyasi istikrar kurulamadı. Nihayet 552 yılında Aşina(Asena) soyundan bir kahraman Köktürk elini teşkilatlandırarak Çin’den Kafkaslara kadar geniş bir alanda siyasi birliği yeniden sağladı’’

       Türklerin devletlerine sahip çıkmalarının bir nedeni de dinlerinin etkisidir.

      Devletine sahip olmayanları. Töresini unutanları ve günahkârları cezalıyan da Tanrı’dır; başkası değil. Bu vasıfları üzerlerinde taşıyan topluluklar, Tanrı yolundan çıkmış, onlar Tanrı tarafından en ağır cezaya çarptırılırlar. O halde devlete sahip çıkmak, günahlardan uzak kalmak, Tanrı yolundan sapmamak gerekmektedir. Türk düşüncesi, fertlerden bunları istemektedir.

       ‘’Türk milleti hansız olmasın diye Çin’den ayrıldı. Han sahibi oldu. Fakat sonra hanını koyup Çine teslim oldu. O zaman Tanrı böyle demiş:

       -Sana han verdim hanını koyup hüküm altına girdin, hüküm altına girdiğin için Tanrı ölüm vermiş Türk milletinin yerinde boy kalmadı’’

       Türk destanları, halk hikâyeleri Tanrıya olan bağlılığımıza bir örnektir. Yukarıda ki gibi Türk milletinin Hanına sadık kalmasının bir nedeni de Tanrı inancı sayesindedir.

       Türkler ayak bastıkları her yere kültürlerini ve inançlarını taşımışlardır.

       Günümüz Türklerini şöyle bir coğrafi sınıflandırmaya tabii tutabiliriz:

1-) Sibirya Türkleri

2-) İdil Türkleri

3-) Kırım Türkleri

4-)Azeri Türkleri

5-)Batı Türkleri

 

       Tarihi mukadderatın dağıtmış olduğu Türkler arlarındaki en önemli bağ olan dilleri ve dinlerini asla bırakmamışlar, bugüne kadar bu birlik bağını muhafaza etmişlerdir. Bundan dolayıdır ki sadece Türkçe konuşarak bütün Asya’yı dolaştığını söyleyen yabancı âlimlerin sözünde mübalağa aramamak gerekir.

       Ortaasya Türkleri asırlardan beri dedelerinden kalmış olan adetleri bugün dahi devam ettirmektedirler.

      Vambery Türk musikisinin Ortaasya Türklerinden Anadolu Yörüklerine kadar hep aynı olduğunu kaydetmektedir. Ancak günümüzde Ortaasyadan Yörüklere kadar bütün Türkler birlikteliğini kaybetmiş ve dağılmış bir vaziyette üzerlerinde oynanan oyunlar girdabında kendi kendine çalkalanmaktadır.

       Hocalı, Sarıkamış katliamları Türklerin çektiği acıların en büyüklerindendir. En son Almanya’da yakılan Türk evleri ve Urumçi’de yapılan katliamlar yalnızca bizim tek kuvvet olmadığımız için gerçekleşen olaylardır. Nasıl Uygur Türklerine yapılan katliamlar Dünya Türklerini bir araya topladıysa bütün dünya Türkleri hep böyle birlikte olmalıdırlar.       

       Çünkü Atatürk ‘’Yurtta sulh, cihanda sulh’’ diyerek dünyada ve yurttaki barışın ancak güçlü bir ülkeye sahip olmaktan geçtiğini vurgulamıştır.

       Hunlardan Anadolu Türklerine kadar uzun tarih sürecinde hiç devletsiz kalmadık. Cumhuriyetten sonra Devletimizin milli politikaları ve milletimizin milli ülküleri yeniden belirlenmiştir.

       Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku milli ülkü ve emellerimizin ebedi belgeleridir. Türk tarihinde benzerine ancak Bilge Kağan kitabelerinde rastlanır. Milli ülküler, dönemin, çağın ve zamanın şartlarına göre oluşur.

      Çağımızda devletimizin ebed-müddet sırrı Atatürk’ün ‘’Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni kaynaklarına sahip kılacağız’’ sözündedir.

       21. yüzyıla girerken, Atatürk’ün ifadesiyle Türklük yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.’’ Bu sözün bir benzerini yüzyıllar öncesinden Bilge Kağan; ‘’Ey Türk Oğuz Beyleri! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, bil ki Türk Milleti, Türk Yurdu, Türk Devleti, Türk Töresi bozulmaz sözleriyle ifade etmiştir.’’

        Bugün Türk dünyasına baktığımız zaman, ay yıldızlı bayrağımızın yanında bağımsızlıklarını elde eden diğer Türk devletlerinin bayrakları da dalgalanmaktadır.

      

 

 

 

 

 

       O halde Oğuz Han’ın yaptığı, Atatürk’ün yapmayı istediği gibi Türk milleti yeniden birlik olmalıdır.

 

                       Oğuz Han (Temsili)                                                                       Atatürk

                                                                              (Bir gün bütün Türk Devletleri ile Çin seddinde buluşacağız)

       Güney Azerbaycan Batı ile Doğu Türklerini birleştiren geçittir. Azerbaycan’da olduğu gibi Türk devletlerinin hepsinde bir coşkulu bekleyiş devam etmekte, Müslüman ülkelere, Türklerin yeniden düzeni ve adaleti getirmesi istenmektedir.

       Yine bu konuda da Atatürk bize yol göstermiş ve ‘’TÜRK çetin isler başarmak için yaratılmıştır!"  sözünü söylemiştir.

       Türkistan’da Ceditçilik, Güney Azerbaycan’da Bozqurdçuluk,
Özbekistan'da, Kültür Müdaâfası Türk toplumunda başlayan kaynaşmalardır.


       Kafkasya Emiri Dokku’nun devletin resmi dili hakkında Osmanlı Türkçesi’ni seçenek olarak sunması, Arap dünyasında başlayan hareketlenmeler, Bulgaristan Türk hareketi, Kızılderililerin Ankara toplanması, Makedon ve Macarların Türklere olan ilgi ve sevgisi ile en son yapılan Edirne’deki Balkan Toplumları Konferansında yaptıkları konuşmalar, Filistin halkının Türklere olan ilgisi Türk miletinin sınırlarının aşıran yeni gelişmelerdir.

 

       Tıpkı geçmiş birçok asırda olduğu gibi milletleri peşimizden sürükleyebilme gücümüz her zaman vardır.

Ne Mutlu Türküm Diyene!


 

 

Panos, Levon (Konstantiniyye)

Kayabaşı, Selman (Teşkilat)

Atsız, Hüseyin Nihal (Makaleleri)

Anadol, Cemal (Türkler)

Orkun, Hüseyin Namık (Yeryüzünde Türkler)

Ögel, Bahaeddin (Türk Kültürünün Gelişme Çağları)

Kocatürk, Utkan (Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri)

Kaynak Siteler

www.gunaztv.com

www.turkcesivarken.com

www.kimkimdir.gen.tr

www.gencbilim.com

www.birlikteforum.com

www.nihal-atsiz.com/

tr.wikipedia.org

 

 

Bugün 21784 ziyaretçi (31467 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol